16 Mayıs 2008 Cuma

10 Mayıs 'ta Radikal'in Yorum sayfasında Mustafa Çiftçi'nin yazısına Platformun yanıtı

Sulukule’de vicdanlar ikna olmadı
10/05/2008

Sayın Koordinatör’e göre, bölgede mevcut hane sayısı kadar hane üretilecek olması, hiçbir ailenin başka bir yere gönderilmediğinin açık delili. Hayır değil, çünkü mahallede mülkiyet çoktan el değiştirdi bile! Bunu belirtmeden ‘Yeni yapılacak konutlar, mülk sahiplerine verilecek’ demek nasıl bir pişkinlik!
“Marjinal bir grubun abartması”, “Sulukule’de esmer vatandaşlar yaşıyor ve bunlar kötü şeyler yapıyor” dediler, olmadı. “Sosyal proje, romantik proje ” dediler, yine olmadı! “Bu insanlar doğuştan fuhuşa meyilli” dediler, olmadı olmadı!... Bunlar, sırasıyla, Kültür Bakanı’ndan, TOKİ Başkanı’na, Fatih Belediye Başkanı’ndan, Fatih İlçe Meclisi’nin AKP li bir üyesine kadar, devlet erkânından Sulukule hakkında vecizeler... Sonunda en bir erkân devreye girdi ve Sulukule için “ucube” deyiverdi!... Ama yine de ne kamuoyu vicdanını, ne medyayı, ne yerli ve yabancı STK’ları, uzmanları, aydınları ikna edemediler. Hele hele, uluslararası anlaşmalar ve konvansiyonlarla bağlı bulunduğumuz kuruluşları hiç!... UNESCO1; BM İnsan Hakları Konseyi (Mayıs 2007 Raporu); AB (İlerleme Raporu Kasım 2007); AGİT-ABD Helsinki Komisyonu’nun Başbakan’a mektubu2, son olarak da, Avrupa Parlamentosu üyelerinden Başbakan’a mektup (6 Mayıs 2008) bunun kanıtı... Ama bu tokat belgeler yetmemiş olacak ki, son olarak, Fatih Yenileme Projeleri Koordinatörü Mustafa Çiftçi, Sulukule Platformu’nu, kamuoyunu yanlış bilgilendiren ve dezenformasyon üreten küçük bir grup olarak suçladı. (Radikal Iki 4 Mayıs3) Proje ve mahalle ile ilgili yazdıklarına yanıt vermeden önce, dezenformasyon konusunda birkaç sorumuz olacak kendisine: Sulukule Platformu, yani gerçekten küçük olan bu grup, nasıl oluyor da AKP Fatih ilçesinde rant ve yolsuzluk yüzünden çatlaklara, istifalara neden olabiliyor? Bunu bilmek için haberleri geçiniz, ilçe meclis tutanaklarını okumak yeterli.(3) Ve daha da önemlisi, bu nasıl bir gruptur ki, küçücük haliyle, hadi yerli kuruluş ve kişileri saymayalım, AB, ABD, BM, UNESCO ve OECD gibi kuruluşları, devletleri ve hatta devletler topluluklarını dezenformasyon ile yanıltabiliyor? Yanıtlayalım hemen: Çünkü, bu küçük grup haklı bir mücadele veriyor, mevcut durumu ve gerçekleri açıklamaktan başka bir şey yapmıyor. Yukarıda saydığımız uluslararası raporlar da, medyada yer alan haberler de, bu gerçekleri gören, yerinde inceleyen insanlar tarafından yazılıyor. Bu saygın kuruluşların hangisi, veya hangi medya mensubu sadece bizim “yanlış bilgilendirme”miz üzerine koskoca raporlar, haberler yazmayı göze alır? Kaldı ki bütün adı geçenler, belediyenin projeksiyonlu, şık sunumlarını da dinliyor, sizinle görüşmeler yapıyor. Neden, tüm imkânlarınıza, davetlerinize rağmen belediye onları inandıramıyor da, biz bir çay, bir de mahallenin “yağlı”sıyla herkesi ikna edebiliyoruz? Hiç kendinize dönüp düşünme gereği hissetmediniz mi? Ama aklınızın sadece dezenformasyona çalışması tesadüf değil tabii, bu çok iyi bildiğimiz yöntemlerinizden sadece bir tanesi. Örneğin, platform üyelerinin veya başka STK temsilcilerinin sizinle bir araya gelip, aklın yoluna çekmek için uğraş verdiği toplantılar, tarafınızdan kaydediliyor ve bir gün bakıyoruz ki bunlar, sunumlarınızda, hatta TBMM’de konuyla ilgili inceleme yapan kurullarda bile, “Bakın, bunların görüşünü de aldık” demek için kullanılıyor. Hadi bizi kenara bırakın, aynı şeyi Joost Lagendijk, Tony Gatlif gibi ünlü isimlere yapıp, “Projemizi çok beğendiler” diyerek şapkalarını uçurttuğunuzda, hiç mi bu kişilerin gerçekte ne dediğinin tüm basında yer alacağını düşünmediniz? OECD’nin dezenformasyonu “Fatih ve Beyoğlu ilçelerinin kentsel yenilenme, barınma ve kentsel gelişim hedeflerinin entegrasyonunu sağlayacak ve düşük gelirli semt sakinlerini koruyacak kapsamlı bir hukuki ve finansal çerçeveden genel anlamda yoksun olduğu açıkça görünmektedir. ” Bu “dezenformasyon” Sulukule Platformuna ait değil! İstanbul Büyükşehir Belediyesinin mart ayında kamuoyuna açıkladığı, OECD tarafından 200 yerli ve yabancı uzmana hazırlatılan 267 sayfalık “İstanbul Metropoliten Alan Çalışması Raporu”nun 171. sayfasında yer alıyor. İBB’nin OECD’ye hazırlattığı rapor, şöyle devam ediyor: “Her ne kadar Fatih Belediyesi farklı önerilere de açık olduğunu ilan etmişse de görüşme prosedürü son derece katıdır (yalnızca mal sahiplerini kapsamaktadır) ve etkin bir sivil toplum katılımını olanaklı kılamayacak kadar karmaşıktır. Oysa mahalle sahipleri gerekli bilgilerden ve mali kaynaklardan yoksundur, ayıracak zamanları da yoktur. Bir diğer sakınca da bireyleri ve aileleri tarihi yarımadayı terk etmeye zorlayan yetkililerin bazı yerel grupların oluşturduğu tarihsel ve sosyal ağları (network) yok saymasıdır. ” Platform tam üç senedir size aynı şeyi söyledi durdu. Doğrusunun nasıl yapılabileceğini belki anlarsınız diye, sizi bir araya getirmediğimiz uzman kalmadı. Ama siz hep en doğrusunu bildiniz. Bakın OECD “dezenformasyon”a nasıl devam ediyor: “Toplumsal ağların koparılmasının yol açtığı maddi olmayan/görünmeyen maliyetler yerel yetkililer tarafından hesaba katılmamakta ve mağduriyete daha açık olan mahalle kesimlerinin mali zararlarını tazmin etmeye yönelik programlar aracılığıyla takibe alınmamaktadır. ” Demek istiyor ki, mahalle içi yaşamda sosyal dayanışma ağlarını sorumsuzca parçalamak, ileride bütün kentlilerin başına daha büyük maliyetler getirecek sonuçlara yol açar. Sayın belediye başkanları ve Sayın Koordinatör, OECD’ye 267 sayfa rapor hazırlatmak güzel de, içinde ne yazdığını okuyup anlamazsanız , dersler çıkarıp uygulamazsanız ne işe yarar? Kelime oyunu pişkinliği Sayın Koordinatör’e göre, bölgede mevcut hane sayısı kadar hane üretilecek olması, hiçbir ailenin başka bir yere gönderilmediğinin açık delili. Hayır değil, çünkü mahallede mülkiyet çoktan el değiştirdi bile! Bunu belirtmeden “yeni yapılacak konutlar, mülk sahiplerine verilecek” demek nasıl bir pişkinlik! Tabii ki evler mülk sahiplerine verilecek, ama hangi sahiplere, mesele bu! Belediye, Sulukuleli mülk sahiplerine ölümü gösterdi, onlar da mecburen sıtmaya razı oldular. Seçenekler şunlardı: 1) Evini belediyeye m2’si 500 YTL’den satmak. Bu seçenek hemen elendi, çünkü kamulaştırma bedeli çok düşüktü. Yenileme alanının hemen bir alt sokağında bu fiyat 6 bin YTL idi. Tabii ki mülk sahipleri evlerinin neredeyse bedavaya kapatılmasına yanaşmadı. Fatih İlçe Meclisi’nin AKP’li üyeleri bile ‘bedava’ sözcüğünü telafuz ettiler, tutanaklarla sabittir. 2) Belediye projesinden ev edinmek. Mülk sahibinin mevcut evine biçilen bedel, proje evi bedelinden düşülecek, kalan miktar 15 yıllık taksitlere bölünecekti. Sulukuleliler, kendi evlerine yeniden sahip olmak için binlerce liralık borç yükünün altına sokuluyordu. Nasıl olsa çok yoksul oldukları ve bunu göze alamayıp gidecekleri biliniyordu. Bu iki seçenek arasında sıkıştırılan, yüzlerce yıllık tapulara sahip Sulukuleliler, “acele kamulaştırma” kararı ile ölüm fermanını aldılar. Çünkü kamulaştırma bedelinin düşüklüğü bir yana, bedel, beş seneye bölünen eşit yıllık taksitler halinde ödenecekti. O halde sıtmaya razı olmaktan başka çare kalmamıştı. Peki sıtma neydi? 3) Evini üçüncü şahıslara (rantçılara) satmak. Sulukuleliler evlerini mecburen belediyeden daha yüksek fiyat veren üçüncü şahıslara sattılar. Kamulaştırma tehdidiyle mülkiyetin el değistirmesini sağlayan, hatta bizzat organize eden belediye, tapulara şerh de koydurmayarak yasadışı bir şekilde ratçıların işini kolaylaştırdı. Evler, kapış kapış AKP’ler tarafından satın alındı. Yani artık, yeni yapılacak evlerin sahipleri Sulukuleliler değil, mevcut evleri ucuza kapatması sağlanan rantçılar olacak. Şeffaflık dezenformasyonun panzehiridir, Sayın Koordinatör. “Yüzde 82’si ile anlaştık” dediğiniz mülk sahiplerinin isimlerini açıklamaya var mısınız? Böylece kimin Sulukuleli, kimin rantçı olduğu ortaya çıkar ve anlaştık dediklerinizin bizzat ev almalarına aracılık ettiğiniz kişiler olduğu görülür değil mi? Kiracılar Fatih Belediyesi bölgede sosyal doku analizi yapmıştır deniyor. Ne var ki, veriler içinde, mahallenin gelir düzeyinden tek bir söz bile edilmiyor. Sulukule Platformu bilimsel bir anketle belediyenin merak etmediği bu hususu araştırdı ve şu sonuçlara ulaştı:
Mahallede aylık geliri 1000 YTL’nin üstünde olan hanelerin oranı sadece yüzde 17’dir.
Mahallenin yüzde 45’inin aylık geliri 500 YTL’nin altındadır.
yüzde25’inin ise aylık geliri 300 YTL’nin altındadır.
Kısacası Sayın Koordinatör, neredeyse yüzde 80’i yoksul değil aç olan insanların yaşadığı bir mahalleden söz ediyoruz. Çok cazip sandığınız ödeme koşullarınız, bu insanlar için felaket demek. Madem niyetiniz “soylulaştırma” değil, neden modelinizi kurarken, bu yoksulluğu dikkate almadınız? Nitekim, kiracılara tanınan ev hakkı için müracaat etmeye teşebbüs dahi etmemiş, yoksulluktan kırılan 100 civarında aile mevcuttur. Bu aileler yıkımları sürdürdüğünüzde sokakta kalacaklar. Taşoluk’a sürdükleriniz ise, en fazla altı ay içinde taksitleri ödeyemeyerek aynı duruma düşecekler. Açıklar mısınız Sayın Koordinatör, Taşoluk evleri için banka ile sözleşme imzalayan kaç kiracı var? “Kiracıların tamamıyla anlaşma yapıldığını” ileri sürüyorsunuz. Anlaşma dediğiniz, sadece kapı numaralarının göstermelik olarak belirlendiği göbek atmalı çekiliş olmasın sakın? Kiracıların, bankaya gittiklerinde talep edilen 1000 YTL civarındaki damga pulu vergisini bile ödeyemedikleri için geri döndüklerini biliyor musunuz? Bunu ödeyemeyenler, nasıl 15 yıl taksit ödeyecek? İlgilenirseniz küçük bir not size: Çekilişte göbek attırarak, fotoğrafını tüm medyaya dağıttığınız ve yazınızın altında da kullandığınız 80 yaşındaki teyze, mahallenin yardımıyla yaşıyor. Tabii ki, bedava sandığı için sevinç içinde kurasını çektiği eve asla gidemeyecek. Bu “dezenformasyon”u da yerinde incelemek ister misiniz? Sosyal ‘ayak’ oyunu Platformun bölgeyi yerel kültüre dayanarak geliştirme önerisini ironik bulmuşsunuz. Oysa asıl ironik olan, projenin başlamasından üç yıl sonra, insanların mesleki eğitimsiz ve işsiz olduğunu fark etmeniz ve nihayet 50 kadın için dikiş kursu başlatmış olmanızdır. Projede gözardı edilmediğini iddia ettiğiniz ama başlangıçta sözünü bile ettirmeyip “ayak olsun” diye kabul ettiğiniz kültür merkezine gelince, bütün bunlar mahalleyi gerçek sahiplerinden arındırdıktan sonra ne işe yarayacak? Yeni sahipler, Roman müziği eğitimini, dikiş kursunu ne yapsın? İronik olan bu değil mi? Sayın Koordinatör, projenin sosyal ayağının bunca gecikmesini, muhaliflerin yapıcı katkı sunmamasına bağlamış. Sosyal ayaktan ne anladığınızı kamuoyuna yeri gelmişken açıklamakta fayda var. Katılımcı ve çok ortaklı bir proje için çaba sarf ettiğimiz toplantılarda, açıkça Taşoluk’a süreceğiniz insanlar için bizden sosyal projeler üretmemizi istemiştiniz. Biz de Platform olarak, sonradan durumu düzeltilmesi gerekecek mağdurlar yaratmayan bir proje geliştirmek gereğini vurgulamıştık. İşte, insanları mağdur eden “mevcut projeyi yok sayan bir protokolü dayatmamız” bundandı. İmzanızı koysaydınız eğer, STK’lar, odalar ve üniversitelerle birlikte, dünyaya örnek bir projeyi uygulama fırsatını yakalayacaktınız. “Kimseyi mağdur etmeyecek ve dışarıda bırakmayacak bir anlayışla çalışılıyor” diyorsunuz ama, tüm ortak çaba önerilerini, her türlü katılımı dışladınız, hem de mağduriyet yaratacağını inkâr edemediğiniz, mevcut projenizi dayatmak için. O günkü kamera kayıtlarınız şahidimizdir. “Projenin sosyal ayağı bugün hâlâ samimi katkılara açıktır” diyorsunuz, doğrudur ama samimi değil. Çünkü projenizin yol açtığı insanlık suçları ortaya çıktıkça her zamankinden daha çok, suç ortaklarına, mağduriyetleri örtbas edecek saf gönüllülere, paravan olacak sivil girişimlere ihtiyacınız var. Çünkü, hâlâ aynı projede ısrar ediyor, Sulukule’yi yaşatacağız diyemiyorsunuz. Projenizin yok edeceği somut tarih, yeraltı otoparkınızın sileceği üç imparatorluğun kalıntıları, yıkacağınız somut olmayan kültürel miras, bunlara bu sayfada yerimiz yok ama bugünlerde kamuoyuna sunacağımız raporlar herkes için aydınlatıcı olacaktır. Son olarak, küçük ama mahalle için hayati bir rica size: Belediyeniz, şevkle yıktığı evlerin molozlarını bir zahmet kaldırabilir mi? Bu konuda dilekçemizi görmüşsünüzdür belki. Geçen hafta yedi yaşındaki Sezgin May, yıkıntılardan bir beton parçası düşmesi nedeniyle yaralandı. Yüzük parmağı koptu ve iki ameliyat geçirdi. Elini tekrar kullanıp kullanamayacağı meçhul. Molozları kaldırmak için de “yapıcı katkımızı” mı bekliyorsunuz, yoksa can kaybı olmasını mı?
1- Metchild Rossler, UNESCO Dünya Mirası Merkezi, Avrupa ve Kuzey Amerika Bölüm Başkanı, NTV’ye açıklaması, 30 Ocak 2008 2-ABD Kongre üyelerinin imzasını taşıyan 4 Nisan 2008, Başbakan’a mektup ve 7 Nisan 2008, Uluslarası Roman Günü için tüm dünyaya açıklama) 3- Radikal İki, Hacer Foggo’nun yazısı, 13 Ocak 2008 Sulukule Platformu